Değeri bilinerek ya da bilinmeyerek her geçen gün aşındırılan, yeri farklı araçlarla doldurulmak istenen, eğitim-öğretim süreçlerinin başrol oyuncusu öğretmendir. Çoğu zaman asıl gücü fark edilmeyen, kimi zaman da varlığı sıradanlaştırılan öğretmenler; bir toplumun geleceğini şekillendiren en güçlü etkileşim kaynağıdır.
Tabi ki sayısı milyonları bulan öğretmenlerin içerisinde işinin hakkını vermeyenler de olacaktır. Kötü örnekler üzerinden bir camianın itibarsızlaştırılması kabul edilebilir bir durum değildir. Bir kitleyi toptan değersizleştirmek, gerçeği basitleştirerek adaleti inciten ve insan onurunu görünmez kılan bir zihinsel şiddet biçimidir. Bu yazı; işinin hakkını veren, çocuklarla sağlıklı bir iletişim kuran, öğrencileri ile gönül bağı sağlam öğretmenlerin rolünün ne denli önemli olduğunu hatırlatmak için kaleme alınmıştır.
Kalabalık sınıflar; bazı çocukların öne çıktığı, bazılarının ise sessizce geri çekildiği dinamik bir evrendir. Aynı sırada oturan öğrencilerin görünürlük düzeyleri aynı değildir. Kimi çocuk yüksek enerjisiyle ortamın doğal odak noktası hâline gelirken kimi çocuk öğretmenin gözünün önünde olduğu hâlde “fark edilmeyen” bir siluete dönüşür. Bu tabloyu, literatürde “görünmez öğrenci fenomeni” olarak adlandırılan tanım ile de ifade edilebilmek mümkündür.
Bu durum, akademik yetersizlikten değil çoğu zaman çocuğun iç dünyasından, sosyal kaygılarından, ailevi yüklerinden ya da öğretmenin dikkatinin doğal olarak bölündüğü kalabalık sınıf dinamiklerinden beslenir. Görünmez öğrenciler sınıfta ses çıkarmayan, problem oluşturmayan ve bu nedenle “iyi gidiyor” sanılan çocuklardır. Oysa dışarıdan sakin görünen bu hâl, çoğu zaman fark edilme ihtiyacının sessiz bir çığlığıdır.
Tam da bu noktada eğitim ortamının en kritik unsuru ortaya çıkar: “Öğretmen Dikkati!”
Pedagojik açıdan öğretmen dikkati yalnızca başarı takibi yapan bir mekanizma değildir. Bu dikkat, çocuğun yalnızca akademik varlığını değil duygusal varoluşunu da kapsayan bir farkındalık hâlidir. Çünkü çocuk; psikolojik olarak “görüldüğü” anda öğrenmeye daha açık, ilişkiye daha hevesli ve kendine daha güvenli olur. Öğretmenin bir öğrencinin yüzündeki küçük bir tereddüdü fark etmesi, çoğu zaman uzun süreli bir öğrenme sürecinden bile daha dönüştürücüdür.
Sınıf içinde gözden kaçan küçük ipuçları vardır. Kalemiyle oynamaktan vazgeçmeyen bir el, teneffüste kenarda tek başına bekleyen bir beden, derste gözleri uzak bir boşluğa takılı kalan bir bakış… Bunlar, görünmez öğrencinin sessiz anlatıcılarıdır. Öğretmen dikkati ise bu sessizliğin içindeki anlamı okuyabilme, çocuğun sözcüklere dökemediklerini duyabilme becerisidir.
Duygusal güven, bir öğrencinin görünür olma hâlinin temel taşıdır. Bir öğrenciye adıyla hitap etmek, onun bir sorununu çözmek, ona göz temasıyla “Seni fark ettim.” mesajı vermek… Tüm bunlar, bir çocuğun dünyasında kapıları açan anahtarlardır. Kalabalık sınıfların gürültüsünü delen işte bu ince dokunuşlardır.
Eğitim bilimleri; öğrenmenin bilişsel süreçlerin ötesinde aidiyet duygusu, değer görme ve duygusal güvenlik gibi unsurlarla güçlendiğini ortaya koyar. Bu nedenle öğretmenin dikkati, akademik bir yetkinlikten çok daha fazlasıdır. Bu dikkat, bir insan okuryazarlığıdır. Sessiz kalan öğrenciyi duyan, kendini saklayan çocuğu gören, kaybolan sinyalleri yakalayabilen bir farkındalık…
Ve belki de en önemli gerçek şudur: Bir çocuğun fark edilmesi, çoğu zaman kaderinin değişmesiyle eşdeğerdir. Sessiz bir öğrencinin yıllarca ilk kez cesaretle parmak kaldırmasının ardında aylar önce kurulmuş küçük bir temas, görülmüş olmanın verdiği güç ve duyulmuş olmanın sağladığı özgüven vardır. Bunu hiçbir materyal, teknoloji ya da yöntem sağlayamaz. Bu, yalnızca öğretmen ile öğrenci arasında kurulan sağlıklı bir iletişim ve güçlü bir gönül bağı ile mümkün olabilir.
Görünmez öğrenci fenomeni; öğretmeni daha tetikte, daha duyarlı, daha insan merkezli olmaya çağırır. Çünkü görünen öğrenciyi keşfetmek kolaydır. Gerçek öğretmenlik, görünmeyeni fark etmektir.
Son Söz
Kalabalık sınıflar, öğretmenin dikkatini dağıtan değil onu derinleştiren ortamlardır. Gerçek eğitim, sayıların büyüklüğüyle değil tek tek çocukların görünür kılınabilmesiyle ölçülür. Her çocuk dikkatle bakıldığında görünür olur. Görünür olan her çocuk ise büyür, güçlenir ve değişir.
Belki de mesele sınıfın kaç kişilik olduğu değil öğretmenin bakışının ne kadar kapsayıcı, yüreğinin ne kadar geniş olduğudur.